Kırların Neşeli Tanrısı Pan Üzerine
27 Mart 2023’te orijinal olarak Alegori Dergi için yazılmıştır.
Sükûnet içinde çayırlar ve uzaktan seçilen ekili tarlalar. Gözün aldığı kadar çınarlar,
yanında dostu kayın, kestaneler ve ıhlamurlar –bahar gelmiş, geçmiş devri kışın. Lâkin ne
cerbezeli bir flüt melodisiyle bozuluyor ormanın sessizliği aniden!
Pan’ın flütüdür çalan.
Kuşların pınarbaşında şakımasına rakip havalar ile saçı başı dağınık Keçi-Tanrı, arkasında
kıta halinde sadık satyrleri. Ve yankılanıyor gür sesiyle bir kez daha çobanlar tanrısının, nymphlerin gezdiği dağlar.
Tüm Antik Yunan’da bir tanrı, tek bir tanrı sair tüm tanrılara kendisine adanan adakların
miktarıyla fark atmaktadır. Bulutları toplayan Zeus baba mı dersiniz? Liriyle gümüş dilli
Apollon? Atinalıların savaşçı genç kızı? Hayır, şen flütüyle dağ başını ve yemyeşil ovaları
mesken edinen kurdu kuşu kendine çeken Pan alır birinciliği.
Ancak hakkında yazılan ve günümüze ulaşan kaynak bakımından pek talihli olmamıştır Pan.
Onun en iyi tasvirini Homeros tarzında yazılmış bir ilahide buluruz. Türkçeye bildiğim ilk
tercümesi benim elimden olacak:
“Mousa, Pan’dan bahset bana, keçi ayağı ve iki boynuzuyla sevgili oğlu Hermes’in –aşığı şen şakrak sesin. Ağaçlık vadilerden geçe geçe dolanır raks eden perilerle, ayakları dik uçurumların kenarına değer de seslenirler Pan’a: Çoban-Tanrı, uzun saçlı, yabanî ki dağılmış saçı sakalı. Her karlı tepe ve dağlık zirve mülktür onun elinde: oradan oraya gider gelir sık korularda, bir dikkati cezbolur tatlı bir pınara, bir koyar tabanını kule gibi yükselen kayalara, tırmanır en yükseğe sürüleri temaşa etmeye. Bulur yolunu parıldayan bülent dağlarda adımını attıkça ve koşturur sert sırtlarda, avlar vahşi hayvanları çokça, şu keskin gözlü tanrı. Akşam olduğu vakit, avından dönerken o, bu sefer yükseltir sedasını: tatlı tatlı, alçaktan çalar kamıştan sazını. Şu bile geçemez onun nağmesini, şu etrafını çiçeklerin sardığı pınarbaşında, yapraklar arasında matemini döke döke bal-sesli bir avaz eden kuş bile. O vakit duru sesli periler hazırdır onunla, raks ederler çevik ayaklarıyla. Suyu kara akan pınarın birinin yanıbaşında, Ekho dağın tepelerinden aksettirirken çığlıklarını, söylerler türkülerini. Koronun bir şu tarafına geçer tanrı, bir ortasına hareket ettirir tez ayağını. Sırtında benekli vaşak postuyla tadını çıkarır tiz nağmelerin, zambaklarla hoş kokulu sümbüllerin orada burada çiçek verdiği yumuşak çayırlar üstünde. Terennüm ederler mübarek tanrıları ve yüce Olympos’u. Olymposlular arasından da talihli Hermes’ten bahis açarlar. Nasıl tüm tanrıların tez elçisidir, nasıl pınarı bol ülke ve hayvan sürülerinin anası Arkadia’ya gelmiştir, ki orada Kyllene dağı ona takdis edilmiştir? Oradayken, tanrı olmasına rağmen faninin biri için kıvırcık yünlü koyunlara çobanlık ederdi. Çınarların hükümdarı Dryops’un saçları gür lüleli kızına aşıktı orada, eritici bir arzu kaplamıştı onu da bundandı insanlar arasında çobanlık yapması. Hermes’e sevgili bir oğul bahşetti bu kız. Doğduğu andan itibaren bakanı hayrete düşürür idi bu oğul: keçi ayaklı, çift boynuzlu –gürültülü, sevinçle gülen bir çocuk. Sütannesi bu tuhaf suretli çocuğu ve doğuştan çıkmış sakallarını görünce korktu, kaçıp bıraktı onu. Talih getiren Hermes aldı yavrusunu kollarına, kalbi şâd olmuştu tanrının. Tanrılar istirahatgahına gitti hızla, dağ tavşanlarının sıcak kürklerine sardığı çocuğu koydu yanına ki görsün onu Zeus Baba. Tüm Olympos’un tanrıları nazarlarını ona çevirdiler. Neşeyle doldu kalpleri ölümsüzlerin, hepsinden de öte Bakkhik Dionysos sevindi bu işe. Pan diye isim koydular oğlana, herkesin gönlünü mesut etti diye. İşte böyle, selamlar olsun sana, ey efendi! Şarkımla lütfunu isterim senden. Ve şimdi hatırlayacağım seni, bir de başka bir şarkıyı...”
Daha güzel anlatılabilir mi? Her şeyiyle hayat sevgisi ve vahşi, sade ama kesif bir neşe
çarpmaktadır fazla modern, fazla betonize olmuş gözlerimize. Pan’ın sihrinden müteessir
olmak için zihnen ya da bedenen (ya da her ikisi birden) yemyeşil üzüm asmalarıyla ve
kozalaklar, orman meyveleri, vahşi hayvan derileriyle kaplı olmak gerekir. Ormandan geliyor
mu henüz kuşun sesi, otluyor mu sivri boynuzlu keçi? Keçi, peki neden keçi?
Hayvanları arasından en sevgili olan keçilerdir Pan’a. Keçi ki yabanî sırları gizler
bakışlarında: şehvetli, oyuncu, ölesiye inatçı; sarp yamaçlar ve çetin kayalıklara
mükemmelen tırmanıcı, zirvelerin taze suyundan ve koyunların ulaşamadığı otlarından
faydalanan, her daim mücadeleci ve hür –bir tragedya oyunudur oynanmaktadır hep zeytinler
arasında, keçilerin barınağı ıssız sırtlarda.
Efendileri Pan da böyledir işte: içti mi acısından tatlılık mayalanan şarabı, ve üfledi mi baştan çıkaran notaları basit çoban sazına her genç çoban ve her hür ruh köpürür kalpte, tabiatın kendi yolunu bulan güçleri alır dizginleri ele sonra.
Şarap demişken, derler ki vakti zamanında bir keçi taze asmaları yemeye üzüm bağına
girmiş. Apollon oğlu Aristaios da katletmiş mütecaviz keçiyi, onun yere serilmiş derisi üzerinde bir oyun etmişler. Böyle nakledilir “tragedya”nın nesebi. Yapılır olmuştur Dionysos için keçi-oyunları tâ o günden beri.
Kimdir bu ilahide de bahsedilen Dionysos? Pan’ın mürşidi. Pan kadar şarabın, keçilerin ve
hariçte olduğu kadar dahildeki tabiatın efendisi. Belki de bir takım bağlantıları kurmaya
başladınız bile. Bir sonraki bahsimize de onunla devam edelim, ne dersiniz?